“Hiç” e Yol Alan Analar

Öyle analar tanıdım ki; yıllarını “Hiç” e yol almaya adayan koca adamlara bedel bir yaşamın içinde… Öyle analar tanıdım ki; “Hiç”, yaşamlarının tam yol ilerisi… Öyle analar tanıdım ki; “Hiç” i bilmeden de yaşayan dev… Bir insanın var olmasındaki etkenin adıdır aslında “analık” … Eyleme dönüşmüş bir varlık sürecini barındıran… Her şartta, her anda, her oluşta… “Analık”, ana bileşendir insan yaşamında. Her ananın işi, her ana kadar kolay ilerlemez yaşamda. Bazı analar yaşamın “yok”luğundan varlık çıkarmaya, “varlığından” anlam çıkarmaya şartlanmışken üstelik… Ontolojik süreçlerin farkında olmadan kendisini bir insanın ontolojik çözümlenmesine adayacak kadar felsefenin içinde… Akar derinlere derinlere… Analar, aktığı derinliğin el yordamı ile bulanabileceği savından hareketle tam yol almışken bilmeden geçer tüm varoluş engellerini de… Ontolojik çözümlemeyi gerçekleştirme sürecinde, dağları bile devirebilen büyük bir güçle, bilmeden rahatlıkla geçebilen analar… Dönüp baktığında bile göremeyecek kadar hızla tam yol almışken üstelik… Mucizenin yeri olmayan yaşamda, bilmeden “mucize” yaşamak gibidir böyle analıklar. Kendi var oluşunda aklının almadığı süreçleri bir başkasının var oluşunda gerçekleştirme… Yaşamsal ifade ile kendisini “mucize” ile söze dökerken bunu yaşar bir ana. Bilmeden… Bu analara bayram yoktur. Olan sadece içindeki “yok”luktaki var olma çabasına bağlı kılınan bir süreçtir. Yaşamı dolu dolu yaşamak dedikleri… Doluluğun tam da kelime anlamını barındıran “boş”luğu yok eden bir yaşamla… Analıkla ilgili o kadar çok sayfa yazılmış ki yüzyıllardır… Bize düşen anayı, ANA gibi yazabilmek… Ana sayfa misali, her şeyin arkhesine yüzyıllar sonra yeni bir kavram da ekleyerek… Yaşamın çıkışını bir kavramın arkasına sığınarak belirlemek gibi… Sığınılan kavramda, var olabilmeyi anlatabilmeye çalışmak gibi… Durmadan “çıkan” yaşamda aslında hep duran “çıkışı” anlatabilmeye çalışmak gibi… Olduğu kadar… Akılların yettiği kadar… Üç noktayı bol kullandık. Çünkü okuyan kendisini yazsın istedik. Her şeyi yazandan beklemesin istedik. Farklı bir analık penceresi açmaya çabaladık… İyi ettik… Reyhan Gazel

RAYİHA... KİTAPÇILARDA

Sevgiyle bakılan yaşamda, yürekli yaşanan yaşamda, yüreksizleri yok sayan anlayışta hep bir İŞARET KUŞUM devrededir.

Bu “İşaret Kuş”um bazen ağır aksak yürüyen bir gencecik delikanlı, bazen de konuşamayan güzel bir kız çocuğudur.

Kuşları oldum olası severim. Tüm yaşamın üzerinde “herkese selam” edercesine özgürlüğü anlatır bana. Bu özgür duruş hep cazip gelir. Nasıl gelmesin ki? Gökyüzünü yeryüzü yapan tüm duruşları içinde barındıran “İşaret Kuş” larım gibi… Yeryüzüne gökyüzünü indiren güzellerimdir tümü. Bana yaşama sevinci veren güzeller… Özgürce yaşamayı her an bekleyen umut gözleriyle bakarlar hep yüzüme. Bazıları bunu kolay başarırken bazıları ise hep zorlanırlar… Zorlansalar da karıncanın Kâbe’ye gitme hikâyesinde olduğu gibi özgürlük yolunca “ ölürüm” derler, herkese dedirtirler. Yavaş ama emin adımları herkese cazip gelir. Yeryüzünde gökyüzünü görebilen herkese…


“İşaret Kuş”larım, yaşamı bildikleri gibi yaşarlar. Bilmediklerini pek düşünmezler. Hatta çoğu zaman bilmek bile istemezler. Dönüp bakmazlar. İşareti gösterirken herkese, neyi gösterdiklerini görebilenlerle paylaşmaktan geri duramazlar.

Kuş gibi özgür, yaşamı güzellikleriyle herkese gösterme derdinde olan “İşaret Kuş” larımı hiç bilmeyenler de var. Görmeyenler, burunlarının dibinde bile olsalar anlayamayanlar… Yaşamında, yüreğinde “ İşaret Kuş”u olmayanlardır bu insanlar. Onlara ilişmeyin. Bırakın dursunlar kenarda.

Ama “işaret Kuş”u olmayanlar “işaret Kuş” larıyla ilgili fikir belirtiyorlarsa o zaman yandık. Zaten hep yanıyoruz. Allah “İşaret Kuş” larını korusun bu insanlardan.

“İşaret Kuş” unu görmeyenler…

Yaşamın içinde tüm güzellikleriyle herkese iyiliği, güzelliği, sevgiyi, dürüstlüğü, yalansız yaşamı, insanlığı, yürekliliği, temizliği, saflığı… Anlatan “İşaret Kuş” larımı bugüne kadar görmeyenlere, görüp de görmek istemeyenlere, hep gördüğü halde kafasını çevirip işaret edemeyenlerle uğraşmalarına hatta kendisini işaret edici zannedenlere çok kızgınım. İlişmeyin demem bundan. Zamanı gelince herkese ilişiriz ama “İşaret Kuş” larım işaret ettiği zamandır o zaman. Bırakın dursunlar.

“İşaret Kuş”larını hep görenler…

Yaşamda kendisi olarak yaşamaya çalışan, yaşamaya çalışırken de herkese işaret edecekleri güzellikleri seçip çıkaran ve bu güzellikleri hep gören herkese gösteren “İşaret Kuş” larımla her zaman birlikte olan insanlar da vardır. Bu insanlar gökyüzünü yeryüzüne indiren özgür bir yürekle yaşamayı seçmişlerdir. Bu seçim güzellerimin başarısıdır. Güzellerimi görenlerin seçimidir. Yeryüzünde gökyüzünü beklerden mutlu olmayı seçerken bir taraftan zorlukları da kabullenmişlerdir. Bu zorlukların mutlaka karşılığını alacaklarını bildiklerinden de rahatlardır her zaman.

“İşaret Kuş” larımı yok sayanlar

“İşaret Kuş” larımı yok sayanlar için yaşam boş ama hoştur. Geçici bir hoşluk… Hoşluk geçici olunca gelen boşluk da büyük olur. Bilene… Yeryüzünü, gökyüzüymüş gibi yaşayanlar gökyüzünü yeryüzüne indirmeye çalışmayanlardır aynı zamanda. Çünkü yok sayılan gökyüzünü hiç bilmezler. Varlığını, insana katkılarını, güzellikleri, derinlikleri… Yazık diyelim, onları da geçelim.


“Güzelin ettiği söz de güzel olur”

“İşaret Kuş” larım gökyüzünün güzelliklerini içinde barındırarak, güzeli en güzeli yeryüzüne indirirler. Hatta indirmekle kalmaz, gözümüze sokarlar ama gözü işarette olana…

“İşaret Kuş” larımı bilmeyenler, onların güzelliklerini de göremezler, görmeye çalışsalar da… Güzellik yürekle görülür, bunu bile bilmezler. Güzeli görüntüde arayanlara mutluluk gelir mi? İşaret edilebilir mi?

Peygamber Efendimiz (SAV) daha güzele ulaşmak için yanında “İşaret Kuşu” bulundurmadı mı? “İşaret Kuş”larıyla kendilerini daha güvende ve iyi hissetmedi mi? Bunu bile göremezler, yok sayarlar… Yürekleri de yok sayarlar. Peygamber Efendimize inat üstelik. Yazık ki ne yazık böyle insanlara.



Özürlülerimiz, özel insanlarımız, güzel yavrularımıza müjde;

Bir gün “İşaret Kuş” unu herkes öğrenecek. Herkes işaret edileni görecek, herkes tüm yüreklere sahip çıkacak. Belki ömürler yetmeyecek ama… Yine de rahat olun.


NOT: İşaret Kuşu ifadesi güzel insan İlke Öztan’a aittir. Bir gün herkes İlke”yi tanıyacak. O zaman işaret kuşundan tam olarak ne kastettiğim daha iyi anlaşılacak. Biraz daha sabır.

Sevgiyle kalın
RAYİHA... ÖNSÖZ

HAKKIMDA





Benim yüreğim küçücük bir kuşun kanatlarında uçup dağlara, tepelere, evlere hatta evlerin içine ulaştığı gün gözlerimi kapatabilirim. Kuşlar kadar özgür, dağlar kadar dimdik, ırmaklar kadar değişken, denizler kadar engin... Ya insanlar? “İnsan” kadar derin… Yüreğim ancak kuşun kanatlarında savrulabilir tüm yaşama.



Engelli bir çocukla yaşamanın sadece üzüntü verdiğini düşünmeyin. Düşünmeyin ki bizlerle birlikte farklı bir dünyanın içinde yer almanın derin mutluluğunu yaşayabilesiniz.

Farklılıklarla yaşamak insanı ürkütür başlangıçta. Beni de ürküttü herkes gibi. Ama alışmam zor olmadı. İsyan etmeden payıma düşeni yaşamayı bildiğim için belki de. Keşke herkes bu kadar şanslı olsa. Elimde olmadan başıma gelen olumsuzlukları sorgulamadan çözümlerini bulduğum için belki de. Oğlumun doğumundan sonra farklı bir dünyanın güzelliklerini görebilmek olgunlaştırdı tüm anneler gibi beni de.

Farklı şeylerle mutlu olmak, farklılıkları dünyanız kabul etmek herkese nasip olmaz. Allahın emanetlerine bakabilmek de. Şükürler olsun diyorum her şeye rağmen. Allah onları gözümüzün önünden eksik etmesin. Sizleri de…

Yaşam herkese gülsün
Reyhan Gazel

GÖRÜNTÜNÜN ÖTESİ





Benim yüreğim küçücük bir kuşun kanatlarında uçup dağlara, tepelere, evlere hatta evlerin içine ulaştığı gün gözlerimi kapatabilirim. Kuşlar kadar özgür, dağlar kadar dimdik, ırmaklar kadar değişken, denizler kadar engin... Ya insanlar…. “İnsan” kadar derin… yüreğim ancak kuşun kanatlarında savrulabilir tüm yaşama.

“ Eğer tohumlar kadar ortadaysan kuşlar yer” cümlesi bile ne tohumun ne kuşların yaşamdaki doğru yerini tam karşılayamıyor. Yaşamı var eden tohumların açıkta olmaması/ olması kuşların devamı için gereklidir tezi bile tam anlatamıyor devinimi. Belki daha iyi anlayabilmek için yaşamın derinlerinde, görüntünün ötesinde bir yerlerde gezinmek gerekiyor. Bir böceğin kanat çırpışı, bir insanın başkaları için giyinmesi, evlerin bir çırpıda yıkılabilmesi, dalgaların insan boyunu aşması, bir mağdurun yardım beklemesi, yumruk yumruğa kavgalar… nerde başlar nerde biter? Devinim burada yazılanlar mıdır? Gökyüzünün altında her şeyin eski olması devinime karşı bir tez oluşturmaz mı ? Ama gökyüzünün altında her şey eski değil mi? O zaman devinim içinde olan ne ki?

İnsanın beyninin çok küçük bir bölümü ile yaşadığını bilimden çok uzak yaşayanlar bile biliyorken, bilincin dışında kalan ve gerçek yaşamın saklı olduğu bilinç dışı/ altı neden hala gizleniyor bizlerde? Ya da neden gizliyoruz kendi ellerimizle? Asıl yaşam enerjimizi veren kullanamadığımız beynin alt!! tarafı ne zaman işe yarayacak yaşamı daha iyi okuyabilmek için?

“ Nedensiz bir davranış olmaz” kabülü tüm psikoloji tarihinin temel kabulüyken nedeni bilinmeyen tüm davranışlarımızın gerçek nedenlerini neden aramayız gizli kalmış bölgelerde? “Bir bulsam neden mutsuz olduğumu, aslında mutsuz olmam için neden yok ki “ diyen diller hala neden farkına varamaz mutluluğun geldiği yerin insanın tohumlarının atıldığı bilinç dışı/ altı olduğunu. Öğretmezler desek öğretiyor yaşam aslında. O zaman başa dönelim; benim yüreğim küçücük bir kuşun kanatlarında uçup dağlara, tepelere, evlere hatta evlerin içine ulaştığı gün gözlerimi kapatabilirim. Kuşlar kadar özgür….denizler kadar engin…. Burada bile devinim olması ilginç.

Gördüklerimizle yaşamak yani yaşamı yaşayamamak, yaşamın çıkış noktalarını kavrayamamak belki de bir eğitim sorunu. “İnsan” eğitimi sorunu. Oğlumun kullanamadığı elini taklit ederek , başka öğrencilere kötü örnek oluyor diye okuldan atan müdürün temel sorunu. Yaşamın tohumlarını görememek öncelikle “insan” eğitenlerin temel sorunu. Burada bile devinim karşımızda. Böyle gelmiş böyle gider… Gider mi dersiniz?Yine başa dönelim; benim yüreğim küçücük bir kuşun kanatlarında uçup dağlara, tepelere, evlere hatta evlerin içine ulaştığı gün gözlerimi kapatabilirim. Yani biten yok, gözlerimi hala kapatmadığıma göre… Bir insanın sadece kıyafetleriyle “ kaliteli” olmasının ise oğlumun müdürü tarafından algılanış durumundan farkı yok aslında. Görüntünün ötesine geçebilmek için biraz daha “insan” ı öğrenmek gerekiyor. Önce “ insanın” yine “insan olarak kendisinden” başlaması şartıyla.

Yürekler yanılmaz, gördüklerimizin yanıltıcılığına karşı. Yüreklerimizle, bilinç dışı/ altımızla görüyorsak yanılmanın kelimesi bile okunmaz yargılarımızda. Yargılama hakkımız varmış gibi davrandığımızda elbette. Bu hakkın kullanımını sorgulamak ise ayrı bir yazı konusu takdirlerinizle. Onu da yazarım, düşündüğüm gibi… Yaşadığım gibi…Yürekten kalın.

ARAL' A GEZ EMRİ





Küçücük yüreği gezme lafını küçücük hissetse bile kapının önünde, ellerinde ayakkabıları beklemede. “ Noldu yine oğlum “ “ Anne gezmeye … “ “ 10 dakka sonra çıksak kıyafetlerimi değiştirmeliyim “ “Olmazzzzz“ Kavga gürültü dışarıdayız istediği dakkada. Ötesi yok, Aral öyle istedi. Artık üzerimde ne varsa sokaklardayız.

Dışarıda ise gitmemiz gereken belli yerlerimizin dışında hiç gitmediği yerlere gidilmeli. Yani ya bildiği yerler ya hiç bilmediği yerler. Çık işin içinden çıkabilirsen. Bildiği yerlerde yapılması gerekenlerin sırası hiç değişmez, aynı sıra ile, aynı şekilde, aynı cümlelerle… Bilmediği yerlere gitme şansımız olursa keşif başlar. İzleme, küçük müdahelelerle arada bir ayak direme… Ama merak duygusu önde. Bir anda hoşuna gitmedi mi ordan hemen kaçılacak yoksa Aral dünyayı dar etmekle tehdit eder. Yapar da tehditin ötesinde. Herkese tekme, yanımızdan geçenlerin saçlarına asılma ne ararsanız var yani… Millette garip tepkiler olur tabii. “ Allah sabır versin” , “Deli mi bu çocuk“, “Al şunu evine götür“ Ama gez emri var bir kere gezeceğiz illaki. Mekan değişikliği en iyisidir ama davranış kontrolünü tam yitirdiyse o zaman yandık işte. Eve girmez dışarıda herkese elinden ne geliyorsa artık.

Bu arada Aral dahil kimsenin umurunda değildir gün boyu yaşananlar. Yorgun olmak ciddi lükstür. Depresyon mu? Yok canım o da ne vakit bulsak belki tüm insanlar gibi yaşayacağız ne olduğunu ama vakit olsa tabii. Her daim ayakta, canlı, uykuyu almış dip diri olmak zorundayız.

Tüm yaşananlar bir tarafa yaşamı yeniden öğreniyor insan böyle bir çocukla. Yaşamın içinde bir çok şeyin ne kadar anlamsız yere insanları üzdüğünü daha net görebiliyorsunuz. Farklılıkları olan insanlara daha bir özenli bakmayı da öğreniyorsunuz. “Neler yaşamış ama hala üretiyor” diye düşünüp görünen sorunları yokken üretim yapamayanlara kızmaya başlıyorsunuz içten içten. Yaşamı küçücük görenlere, ayakları tutan, elleri çalışan, ama yaşama tutunamayanlara acıyarak bakıyorsunuz. Engelleri olanların ve yakınlarının yaşama tutunma mücadelelerini içten görüp onlara büyük hayranlık besliyorsunuz. Kendiniz de onlar gibi üretken olmaya başlıyorsunuz.

Geziyorsunuz bıkmadan, üşenmeden… Yaşama daha iyi katılabilmek için… Yaşamı yaşamın içinde oğlunuza öğretebilmek için. Onun yaşamdan korkmamasını sağlamak için. Ama bazen aylarca iğneyle kuyu kazıyosunuz, bazen yıllarca. Ama yılmak kelimesi bile size ağır geliyor. “Gez“ sonuna kadar. Son neyse artık. Arada bir evime uğrayabilir miyim kücük oğlum ? “Olmazzzz“ Tamam gezmeye devam. Ama daha dün yaptık dediklerini.
“Gezmeyeeee“ Anladım devam….Nereye gidelim? “Eve değil“ “Onu biliyorum da nereye“ “Gezzzz” Gezelim bakalım… Geze geze yeni yüzyılın Evliya Çelebisi olduk zaten. Düşe kalka yollara düştük çare arıyoruz anlayacağınız. Biraz da yollardakiler çare aradığımızı anlayabilse yaşam daha yaşanılır olacak hepimiz için. Yorumlarını akıllıca, içten ve insancıl yapsalar ya. Çok şey istiyorum galiba. Yine de yılmak yok. Allah ömür verdikçe gezeriz oğlum merak etme sakın.